Sitemizin en önemli bölümü bizce burası. Bu nedenle önce bu bölümü okumanızı öneriyoruz. Birbirine yakın olan ve birbiri ile çok karıştırılan konuları burada bulacaksınız.
Püf Noktalar
Bilimsel araştırmalar birçok şekilde gruplanır. Gruplamalardan biri de deneysel ve ilişkisel araştırmalar şeklindedir. Deneysel araştırmalar, bir olgunun nedenini bulmaya, sebep sonuç ilişkisi kurmaya çalışan araştırmalardır. Kanserin nedenini bulmak için deneysel bir araştırma yürütülebilir. Ancak bazı olgular çok karmaşıktır. Tek bir nedenle açıklanamaz. Başarıyı ele alalım. Zekâ mı, okul mu, ebeveyn mi, öğretmen mi yoksa maddi imkanlar mı başarının nedenidir. Yoksa hepsinin başarı üzerinde etkisi var mıdır? Varsa bu etki ne kadardır? “Başarının tek başına nedeni budur.” demek zordur. Çünkü zekâ, okul, ebeveyn ve öğretmen ile başarı arasında ilişki vardır ama tek başına bir tanesi başarının nedeni olamaz. Tek bir nedenle açıklayamadığımız olgular için ilişkisel araştırmalar düzenlenir.
Akciğer kanserini ele alalım. Sebebinin de sigara olduğunu varsayalım. ‘Akciğer kanserinin sebebi sigaradır.” diyebilmemiz için önce deneysel araştırma yapalım. Yüz bin kişilik iki ayrı grup seçelim. İlk gruba (deney grubu) 10 yıl boyunca günde 20 adet sigara içirelim, diğer gruba (kontrol grubu) ise hiç sigara içirmeyelim. 10 yılın sonunda ilk grupta sigara içen herkes akciğer kanserine yakalanırsa ve diğer gruptaki hiç kimse de akciğer kanserine yakalanmazsa o zaman biz “Akciğer kanserinin nedeni sigara içmektir.” sonucuna varabiliriz. Ama sigara içenlerden bir kişi bile kanser olmazsa, ya da diğer gurubumuzda sigara içmeyen birisi de akciğer kanseri olursa o zaman sebep sonuç ilişkisi kuramayız. “Akciğer kanserinin nedeni sigaradır” diyemeyiz. Çünkü sigara içen ama akciğer kanseri olmayan kişiler olduğu gibi, sigara içmediği halde akciğer kanseri olan kişiler görülmüştür. Yani bilimde “Bir olgu diğerinin nedenidir” demek kolay değildir. Çünkü o olgunun her zaman, her koşulda, yüzde yüz oranında diğer durumu açıklaması gerekir.
Kanser gibi biyolojik bir hastalıkta bile nedensel açıklama yapamazken psikolojik rahatsızlık ve hastalıklarda sebep sonuç ilişkisinden bahsetmek çok zordur. Çünkü insanın duygu ve davranışları tek bir nedenle açıklanamayacak kadar karmaşıktır. Örneğin depresyonu düşünelim. “Depresyonun nedeni anne-babanın ilgisizliğidir, ya da yaşanan travmalardır.” diyemeyiz. Çünkü anne babası kendisi ile ilgilenmediği halde depresyona girmeyen çocuklar da vardır. Travma yaşadığı halde depresyona girmeyen kişiler de çoktur. Bu nedenle nedensel bir açıklama yapamayız. Bu yüzden psikoloji dünyasında otizmin, depresyonun ve şizofreninin nedeni tam olarak bilinemiyor. Bilinemediği için de ilişkisel araştırmalar yapılıyor. “Depresyonun nedeni anne-babanın ilgisizliğidir.” demek yerine “Anne babanın ilgisizliği ile depresyon arasında pozitif ilişki vardır. Anne babanın ilgisizliği arttıkça kişinin depresyona girme riski de şu kadar artmaktadır.” diyebiliyoruz.
Eşcinsellik ve transseksüellik konusunda da aynı durum geçerlidir. “Eşcinselliğin/transseksüelliğin nedeni genlerdir, eşcinsellik/transseksüellik doğuştandır.” diyebilmek için tüm benzeri genlere ya da biyolojik yapıya sahip olan kişilerin eşcinsel/transseksüel olması gerekir. Ama yapılan araştırmalarda, aynı genlere sahip tek yumurta ikizlerinden birinin eşcinsel, diğerinin ise olmadığı vakalar görülmüştür. Aynı hormonlara sahip birisi transseksüel olurken, diğeri olmayabilir. Bu sebeple eşcinsellik ve transseksüellik sadece biyolojik nedenlere bağlanamaz ve bu konuda nedensel açıklama yapılamaz. Bilime sığınarak bunu yapmak bilimle çelişmek ve halkı da kandırmak olur. Tek söylenebilecek olan “X genleri/hormonları ile eşcinsellik/transseksüellik arasında ilişki vardır, x genine/hormonuna sahip kişilerin eşcinsel/transseksüel olma ihtimali bu genlere sahip olmayanlara göre şu kadar yüksektir.” şeklinde ilişkisel açıklamalardır.
Maalesef ki, günümüzde birçok büyük kurum eşcinsellik/transseksüellik konusunda cümle seçerken gereken özeni göstermemekte, yanlı veya yanlış açıklamalar yapabilmektedir. Kelime oyunları bu konuda çok kullanılmaktadır. “Eşcinsellik/transseksüellik doğuştandır, genetiktir.” en bilinen yanlı ve yanlış açıklamadır. “Eşcinselliğin/transseksüelliğin ardında biyolojik nedenler görülmüştür.” gibi psikolojik ve sosyal nedenlere atıfta bulunmayan eksik açıklamalar da doğru değildir. “Eşcinselliğin/transseksüelliğin nedeni psikolojik değildir.” gibi sanki ‘Psikolojik değildir ama biyolojiktir’ demeye getiren yanıltıcı açıklamalar da kabul edilemez. Aynı şekilde “Eşcinselliğin nedeni psikolojiktir.” gibi açıklamalar da eksiktir. Bu konuda en doğru açıklama “Eşcinselliğin/transseksüelliğin ardında biyolojik, psikolojik ve sosyal birçok neden vardır.” ya da “Eşcinselliğin/transseksüelliğin nedeni psikolojik, biyolojik ve sosyolojik değildir” gibi tüm neden-sonuç ilişkisini ele alan açıklamalardır.
Biyolojik yaklaşım, insan hastalıklarının nedeni olarak genleri, hormonları, çeşitli nörotransmitterleri, beyin yapısındaki farklılaşmaları görür. Hastaya sadece patoloji, biyokimya ve fizyoloji gibi alanları inceleyerek tanı koymanın yeterli olduğu düşünülür. Ancak bu model tüm hastalıkları açıklamada yetersiz kalınca günümüzde tıp alanında yavaş yavaş biyopsikososyal model benimsenmeye başlamıştır. Bu model insan sağlığında biyolojik, psikolojik ve sosyal olarak üç faktörün etkili olduğunu öne sürer. Çoğumuzun tanık olduğu üzere hekimler artık hastalıklarının nedenleri arasında genetik ve biyolojik faktörler kadar stresi, kaygıyı ve üzüntüyü daha çok dile getirmektedir. Örneğin kanseri sadece biyolojik nedenlerle açıklayamıyoruz. “Sigara içenler kanser olur.” diyemiyoruz. Sigara, alkol, kötü beslenme yanında kişinin psikolojik geçmişi, yaşadığı şehir ve yaptığı iş de kanser oluşumuna etki edebiliyor.
Tıp gibi direkt bedenle ilgili bir alanda bile artık biyopsikososyal yaklaşım benimsenirken psikoloji gibi bir alanda bu modelin daha açıklayıcı olduğunu söyleyebiliriz. Psikoloji dünyasında otizm, depresyon, şizofreni, kaygı ya da takıntı bozuklukları sadece biyolojik gerekçelerle açıklanamamaktadır. Evet bazı biyolojik süreçlerin, hormonların ve beyindeki nöral gelişimlerin insan psikolojinde etkisi olduğunu biliyoruz ama “Bu biyolojik nedenlerle psikolojik hastalıklar oluşur.” diyemiyoruz. Bir önceki bölüme belirtildiği üzere herhangi bir neden tek başına insan davranışını açıklamaya yetmiyor. Aynı travmayı yaşayan iki kişiden biri Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) tanısı alırken diğeri almıyor. Aynı genlere sahip, aynı ebeveynde büyümüş ve aynı öğretmenden ders görmüş ikizlerden biri kaygılı olurken, diğeri olmuyor. Aynı arkadaş çevresinde kalan bir gençten birisi madde bağımlısı olurken diğeri hiç madde kullanmadan bu çevredeki varlığını devam ettirebiliyor. Yani davranışlarımızın ve psikolojik hastalıklarımızın çok fazla bileşeni var.
Biyolojik bileşenler arasında genler, anne karnında maruz kaldığımız hormonlar ve beyin yapısındaki farklılıkları ele alabiliriz. Psikolojik faktörler arasında kişinin travmaları, kişiliği, gördüğü ebeveynlik tarzı ve yaşadığı stresli olaylar ele alınabilir. Sosyal faktörler arasında ise kişinin yaşadığı çevre, dünyada gelişen olaylar ve yerel ya da küresel krizler gibi faktörleri sıralayabiliriz. İnsan davranışı bu üç bileşenin kesişimi ile ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle ismi aynı olsa da herkesin depresyonu ve kaygısı farklıdır. Çünkü her depresyonun biyolojik, psikolojik ve sosyal karışımı farklıdır, yani formülü değişiktir.
Bu durum eşcinsellik ve transseksüellik için de geçerlidir. Eşcinsellik/transseksüellik tek bir genle, tek bir travma ya da sadece arkadaş çevresi ile açıklanamaz. Bazı genler etkilidir ama tek başına bir gen bir kişiyi eşcinsel ya da transseksüel yapmaz. O gene sahip olan ama eşcinsel/transseksüel olmayan binlerce kişi bulunabilir. Özellikle özdeşim sorunları ve hemcinsten gelen cinsel istismar eşcinsellik hikayelerin psikolojik faktörleri arasında görülebilir ama “Özdeşimi kötü olan, kendi cinsinden istismara uğramış kişiler eşcinsel olur.” diye genelleme yapamayız. Soğuk, silik ya da sert bir ebeveyn transseksüelliğin psikolojik faktörleri arasında bulunabilir ama bu ebeveyn türüne sahip herkes transseksüel olmaz. Askerlik döneminde, kız ya da erkek yurtlarında karşı cinsle temas kurulamadığı için eşcinsel davranış daha fazla görülebilir ama her askere giden, hemcins yurdunda kalan eşcinsel davranışta bulunmaz.
Özetle insan davranışı tek bir nedenle açıklanamaz. Eşcinsellik/transseksüellik de böyledir. “Nedeni genlerdir, biyolojidir.” demek yanlıştır. Sadece “Eşcinsellik/transseksüellik psikolojik travmalarla oluşur.” demek de yanlıştır. Kimi eşcinsel/transseksüellerde biyolojik süreçler önde iken kimisinde psikolojik süreçler daha baskın olabilir. Bazıları ise baskın olarak sosyal çevrenin etkisi ile eşcinsellik/transseksüellik davranışlarına yönelmiş olabilir.
İnsan psikolojisi temel olarak duygu, düşünce ve davranışlardan oluşur. Cinsel konular söz konusu olduğunda da bu üçlü yapı aktiftir. Aklımıza gelen cinsel hayalleri, kurguları, düşünceleri ve fantezileri cinsel düşünceler kısmına alabiliriz. Karşımızdaki kişiye karşı hislerimiz ve arzularımızı cinsel duygular kısmına alabiliriz. Cinsellikle ilgili mastürbasyon, sevişme, cinsel ilişkiye girme gibi eylemlerimizi ise cinsel davranış kısmında ele alabiliriz.
İnsan çocukluk dönemini geçip de gençliğe adım attığında cinsel düşünceleri ve duyguları aktive olur. Genel olarak karşı cinse yönelik cinsel çekim başlar. Güzel ya da yakışıklı kişilere karşı insanın içinde romantik duygular belirir. Buna cinsel çekim diyebiliriz. Cinsel çekim bir kişiye karşı içimizde oluşan doğal bir duygudur. Cinsel davranış ise cinsel duygular duygular eşlik etse de etmese de cinsel olarak sergilediğimiz davranışa verilen addır.
İnsan cinsel çekim hissetse bile bazı gerekçelerle çekimini, duygularını davranışa dönüştürmeyebilir. Örneğin kültürümüzde genel olarak gençlik döneminde başlayan cinsel çekimin evliliğe kadar dizginlenmesi ve cinsel davranışa dönüştürmemesi beklenir. Bu nedenle çoğu kişi cinsel çekim hissetse bile evlilik dönemine kadar cinsel ilişkide bulunmamaya çalışır. Ya da evlenen bir kişi, herhangi bir nedenle eşi dışında birisine karşı da cinsel çekim hissedebilir. Evlilik sözleşmesinin bir parçası olarak kişi eyleme geçmez, duygu ve düşüncelerini frenleyerek cinsel davranış sergilemez. Eyleme geçerse bunun adı aldatma olur ve bu evliliklerde boşanma sebebidir. Kısacası insan cinsel duygularının ve çekiminin mahkûmu değildir. İnsanın iradesi, cinsel duygularını ve çekimini düzenlemek, davranışa dönüştürüp dönüştürmemek konusunda insana yardımcı olur.
İnsan cinsel duygularından ve cinsel düşüncelerinden sorumlu değildir, hukuk ya da Yaratıcı önünde bu duygu ve düşüncelerden hesaba çekilmez. Çünkü duygu ve düşünceler genelde insanın elinde değildir. Düşünceler zihinden, duygular kalpten bir rüzgâr gibi geçip giderler. Birisini öldürmeyi düşündüğü ya da âşık olduğu ya da ötekine cinsel arzular beslediği için kimse ceza almaz. Düşüncelerin ve duyguların cezası olmaz. Düşünce ve duygular eyleme döküldüğü anda cinayet, hakaret, istismar, taciz, tecavüz, zorbalık gibi adlar alırlar ve tam bu noktada eylemler dini olarak günah/sevap, kültürel olarak doğru/yanlış, hukuki olarak ise suç/suç değil ekseninde değerlendirilirler.
Eşcinsellerin çoğunda hemcinsine karşı cinsel düşünceler ve duygular vardır. Bir kadının erkeğe, bir erkeğin kadına hissettiği romantik hisleri ve arzuları onlar hemcinslerine hissederler. Çoğu zaman bu hisler kendilerinin kontrolünde olmaz. Ama herkes gibi eşcinseller de cinsel eylemlerinden sorumludur. Çünkü bu hayatta kimse cinsel duygularının ve arzularının mahkûmu değildir. Cinsel davranışlarımızın sorumluluğunu üstlenmeyerek tercih ve kararımızı cinsel duygularımıza yüklersek bir süre sonra pedofili ve zoofililer de “Ne yapalım bizim de çocuklara/hayvanlara karşı cinsel duygu ve düşüncelerimiz var, elimizde değil.” gerekçesi ile cinsel davranışta bulunmak için hak iddia edebilirler.
Özetle eşcinsel bireylerin hemcinslerine olan cinsel düşünce, duygu ve çekimlerini yok sayamayız, bu çekimden dolayı onları yargılamaya hakkımız yoktur. Ama cinsek tercihimiz ne olursa olsun cinsel düşüncelerimizin, duygularımızın ve çekimlerimizin mahkûmu olmadığımızı da kabul etmek durumundayız. İrade sahibi varlıklarız ve her zaman cinsel davranışlarımızın sorumluluğunu almakla yükümlüyüz.
Eşcinsellik konusunda en çok tartışılan konulardan birisi de eşcinselliğin yönelim mi yoksa tercih mi olduğu konusudur. Eğilim, yönelim ve tercih birbirine yakın kavramlardır. Aralarındaki farkları sözlük anlamlarını esas alarak inceleyelim.
Eğilim, içsel olarak hissettiğimiz bir sevktir. Bizi bir şeylere yönelten içtepidir. Eğilimlerimiz biyolojik yapımız, psikolojik yaşantılarımız, ailemiz, eğitimimiz ve yaşadığımız sosyal çevre ile şekillenir. Bazı kişiler için ‘şiddete eğilimli’ deriz. Çünkü bu kişiler diğer kişilere nazaran engellendiklerinde şiddet göstermeye yatkındır. Yemeğin yanında/sonunda alkol, sigara ya da çay içmek geçmiş deneyimlerimiz sonucu oluşan bir eğilimdir. Akşam bir restorana gittiğimizde bazılarımız et yemeye, bazılarımız ise balık yemeye daha eğilimlidir. Hepimizin yeme, uyuma, giyinme, dinlenme ve eğlenme alanlarında farklı eğilimlerimiz vardır.
Yönelmek ise “Bir şeye doğru gitmek.” anlamına gelir. Eğilimde sadece içsel bir sevk ve itki vardır ama içinde eylem yoktur. Yönelimin içinde eylem ve davranış vardır. Diyelim ki akşam restorana gittik. Garson mönüyü getirdi ve önümüze koydu. Bizim eğilimimiz dışarıda et yemek şeklinde olsun. Biz bu eğilimle birlikte garsona sipariş vermek için etli yiyeceklere yöneliriz ve eyleme geçerek ilgili sayfayı açarız. Ya da önümüze çeşitli içeceklerin bulunduğu bir tepsi sunuldu. Eğilimimiz sabah saatlerinde çay içmekse çaya, kahve içmekse kahveye doğru bir eylemde bulunuruz. Hafifçe öne doğru eğilip, elimizi çaya doğru uzatırız. İşte bu ilk hareket yönelimdir. Yönelimlerimiz genelde eğilimlerimize göre olurken bazen de biz eğilimlerimizin aksine hareket edebiliriz. Restoranda tam et siparişi vermeye yönelmişken “Bu sefer de balık yiyeyim.” diyerek bir anda yönelimimizi değiştirebiliriz. Ya da arkadaşımızın “Mutlaka balıkları dene.” fikri ile genel eğilimimiz olan etin aksine balığa, ya da çayın aksine kahveye yönelebiliriz.
Tercih ise eğilim, yönelim sürecinin son noktasıdır. İrademizi kullanarak verdiğimiz bir karar ve seçimdir. Eğilimimiz et yemekti, arkadaşımın ısrarı ile balığa yöneldik ama son anda “Yok yok, ben et yiyeceğim.” dedik ve garsona et siparişimizi verdik. İşte son adımda irademizi kullanarak yaptığımız bu karar verme eylemi tercihtir. Tercihlerimiz genelde eğilimlerimizin bir yansıması olur ve irade ile yapılır. Ancak insan eğilimlerinin dışına çıkarak da tercih yapabilir.
İnsan sürekli seçim yapan bir canlıdır ve seçimlerinden de sorumludur. Eğilimleri olması insanın yaptığı olumsuz eylemleri temize çıkarmaz. Şiddete eğilimli birisi, çok öfkelenir ve silahına yönelir. Silahı eline alıp karşı tarafa yönlendirir en son iradesini kullanarak bir karar verir. Ateş edip etmeme kararıdır bu. Karar verdi ve karşıdaki kişiyi öldürdü diyelim. Bu kişi hâkim karşısına çıktığında “Ama hâkim bey, babam da beni döverdi, ilkokul öğretmenim de dövmüştü bu nedenle içimde şiddet eğilimi var, bu nedenle şiddete yöneliyorum, elimde değildi, beni affedin.” dese de hâkim eğilime bakmaz. En nihayette kişi iradesini kullanarak tercih yapmıştır ve hâkim ona bakar. İnsanlar ülkemizde “Şeytana uydum, kaderim böyleymiş.” diyerek hep tercihlerinin sorumluluğundan kaçmaya çalışırlar. Tercih yaptığını kabul edip, bununla açıkça yüzleşen kişiler gelişim gösterebilirler. Eğilimlerimiz bu dünyadaki hukuk sisteminde suçlarımız için hafifletici görevi görmez. Bir inanca sahip olanlar, Allah katında eğilimi olanlar ile olmayanların aynı kefede değerlendirilmeyeceğine bilirler.
Eşcinselliğe gelince, içinde biyopsikososyal nedenlerle eşcinsel çekim olan ve eşcinsel eyleme eğilimli kişiler tabi ki vardır ve çoğunluktadır. İçinde cinsel çekim olmadan, eğilimi olmadan eşcinselliğe yönelenler de vardır. Ama ister eğilimli ister eğilimsiz olsun her eşcinsel eylem en nihayette bir yönelim ve tercihtir. İnsan eğilimlerinin mahkûmu değildir. Bu nedenle “Eşcinsellik bir tercih değildir.” cümlesi eksik bir cümledir. Cinsel duygularımız, cinsel eğilimimiz ve cinsel çekimimiz tercih değildir ama cinsel davranışlarımız bir tercih içerir. Tercih kısmını yok saydığımızda ileride pedofililer de içlerindeki çocuğa yönelik cinsel eğilimler için “Bizimki de yönelim, tercih değil.” diyebilirler. Dürtü kontrol bozukluğu olan kişiler de ettikleri küfürleri tercihleri değil eğilimleri olarak görüp eylemlerinin sorumluluğunu almaktan kaçabilirler. Özetle eşcinsel davranış, cinsel çekim eşlik etse de etmese de sonuçta bir tercih içerir.
İnsanın psikolojisinin merkezinde kişiliği vardır. Temeldeki kişiliğinin yanında insanın gün içinde çokça görülen davranışları vardır. Davranışlarımız kişiliğimizden, çevreden, anlık duygularımızdan etkilenerek ortaya çıkar. Sakin kişiliği olan bir insan yorgun ve uykusuz olduğu bir anda aşırı öfkeli davranışlar sergileyebilir. Çok hareketli kişiliği olan birisi üzgün olduğu bir dönemde yavaş hareket edebilir. Kişiliğimiz bir ağacın gövdesi ise davranışlarımız bu ağacın ince dalları ve yapraklarıdır. İnsan kişiliği yıllar içinde oluşur ve gençliğinin son demine kadar şekillenir. Bu aşamadan sonra kişiliklerin değişmesi zordur ve zaman alır. Davranışlar ise daha esnektir ve değişime daha açıktır. Ağacın gövdesinin yerini değiştirmek zordur ama yaprakların yönünü bir rüzgâr değiştirebilir.
Genel olarak insanların kişiliğine, varlığına ve var oluşuna saygı duymak gerekir. Kişinin herhangi bir davranışının kötü olması, o kişiyi kötü yapmaz. Bir davranışın yanlış olması, o kişinin yanlış kişi olduğunu göstermez. Ağaçtaki bazı yaprakların çürük olması bu ağacın çürük olduğunu göstermez. Bir davranış ile kişi iyi de olmaz, kötü de.
Kişi, çevresinde gözlemlediği bir davranışı doğru ya da yanlış bulabilir. Bir davranışı yanlış bulmak o kişiyi yanlış bulmak anlamına gelmemelidir. Çünkü iyi insanların kötü davranışları, kötü diye bildiğimiz insanların iyi davranışları her zaman vardır. Bir davranışa karşı çıkmak o kişiye karşı çıkmak anlamına da gelmemelidir. Eşcinsel eylemi yanlış olarak görmekle, bu eylemi yapan kişiyi yanlış birisi olarak görmek farklıdır. Eşcinsel eylemi sapık bir eylem olarak görmekle bu eylemi yapan kişiyi sapık olarak görmek aynı şey değildir.
Bir eyleme karşı çıkarken kişiye karşı çıkmak, eylemi kınarken kişiyi kınamak eşcinsellik ve translık konusundan en çok yapılan hatalardan biridir. ‘Lut’un Çocukları’, ‘İbne’ ve ‘Sapık’ gibi kişiliği hedef alan ithamlardan kaçınmak gerekir. Aynı şekilde “Yobaz’, ‘Dinci’, ‘Homofobik’ gibi ithamların da herkese yapılmaması gerekir. Hepimizin yanlış ya da günah olarak nitelendirilebilecek, ya da tasvip etmediğimiz eylemleri vardır. Bu eylemler nedeni ile biz kötü insanlar olmayız ve bunlar bizim kötü bir kişiliğimiz olduğunu da göstermez. Aynı şekilde bir kişi bizim bir eylemimize karşı çıktığında bunu kişiliğimize saldırı olarak algılamak da çok sık yapılan yanlışlardan biridir.
İnsan merkezde kişiliği ve etrafında bu kişiliğe bağlı kimliklerinden oluşur. Bu kimlikler içinde çeşitli davranışlar sergiler. Hepimizin çeşitli kimlikleri vardır. Etnik kimlik, dini kimlik, siyasi kimlik, mesleki kimlik, ebeveynlik kimliği ve cinsel kimlikler en bilinenleridir. Etnik kimliklerimiz Türk, İngiliz ya da Alman gibi kimliklerdir. Dini kimliğimiz deist, ateist, Müslüman ve Hristiyan gibi kimliklerdir. Mesleki olarak doktor, öğretmen, mühendis, öğrenci gibi kimliklere bürünebiliriz. Anne ve baba gibi ebeveynlik kimliklerimiz de vardır. İnsanın tüm kimliklerinde sorumlulukları bulunur. Bizler gün içinde merkezdeki kişiliğimiz sabitken kalırken farklı kimlikler arasında geçiş yaparız. İş dünyasında öğretmen, eve geldiğimizde baba, eşimizin yanında koca olabiliriz. Sabit kişiliğimiz sayesinde baba da olsak, öğretmen de olsak aynı kişi olarak kalırız. Kişiliğimizin rengi tüm kimliklerimizde kendini gösterir.
Sağlıklı bireyler kimlikleri arasında geçiş yaparlar. Gün içinde adım adım kimlikler içinde gezerler. Bir kimlik ile diğerini karıştırmazlar. Bazen insan bir kimliğinde saplanıp kalabilir. Bir baba tamamen işine yönelip tüm hayatını mesleki kimliğinde geçirebilir. Bu kişiler işkolik olarak adlandırılır. Bazı kadınlar çocukları olunca annelik kimliğinde saplanıp kalırlar. Annelikten başka bir varoluşları kalmaz. Bazı kişiler de siyasi kimliğinde saplanarak hayatını tamamen bu kimlikte yaşayabilir. Kimlikte saplanmak oldukça risklidir. Çünkü bu durum hayatı tek renk yaşamaya neden olur.
Cinsel kimliğimiz ve tercihlerimiz hayatımızın pek az bir kısmını işgal eder. Genel olarak çiftler haftada birkaç kez cinsel eylemde bulunurlar ve bu saatlerin toplamı 168 saat içinde birkaç saati saati geçmez. Yani haftamızın ancak yüzde iki ya da üçünü cinsellik rollerimizde geçiririz. Diğer zamanlarda farklı kimlik ve rollerimize geçiş yaparız. Eğer bir kişi cinsel kimliğinde ve rollerinde saplanmışsa sürekli konuyu cinsiyete ve cinselliğe getirir. Hayatının merkezinde cinsel arzular, duygular, söylemler ve eylemler yer alır.
Cinsel tercihi ne olursa olsun, kişileri bekleyen tehlike kişinin sadece cinsel kimlik üzerinden kendini tanımlamasıdır. Her türlü kimlikte saplanıp kalmakta olduğu gibi cinsel kimlikte saplanıp kalmak da diğer kişilerde rahatsızlık oluşturur. Eşcinsel/transseksüel bireylerin sürekli bu kimliklerinden bahsetmesi, buna vurgu yapması, kendilerini sadece cinsel rolü/kimliği üzerinden tanımlaması, toplumda sadece bu yönü ile var olmaya çalışması sıklıkla yapılan hatalardandır. Bu durum aslında daha fazla antipatiye neden olur. Hayatımızın küçük bir kısmını teşkil eden bir kimliğimizi hayatımızın bütününe yaymak doğru değildir. Zeki Müren, Bülent Ersoy hepimizin bildiği farklı cinsel kimliği veya cinsel tercihi olan kişilerdir. Bu kişiler cinsiyetlerini veya cinsel kimliklerini gizlemezler ama gözümüze de sokmazlar. Var oluşlarını bir tek kimlik üzerine kurgulamadıkları için genelde toplum tarafından kabul görürler. Eşcinsellik konusunda tepkilerin merkezinde cinsel kimliğin yaşanması değil de bu kimlikte kişilerin saplanması vardır.
Birbirine karıştırılan kavramlardan biri de hak arayışı ile propagandadır. Bir kişi herhangi bir gerekçe ile mağdur olduğunu düşünebilir. Eşit muamele görmediğini iddia edebilir. Mağduriyetin giderilmesi, eşit haklara sahip olunması ya da bir yanlışın düzeltilmesi için hak arama sürecine girilebilir. Bu amaçla dernekler kurulabilir ve çeşitli sivil toplum platformları oluşturulabilir. Hak aramak her zaman açık olması gereken bir kapı ve insani bir süreçtir.
Propaganda yapmak, hak arayışından farklıdır. Propaganda insanların düşünce ve davranışlarını etkilemek amacı ile yapılan önceden planlanmış sistemli çalışmalardır. Propaganda kitleleri etkilemek amacı ile yapılır ve mesajlar genelde doğru olsa da yönlü olarak sunulur. Reklamlar bir propagandadır ve herhangi bir program içindeki fazla reklam, kişileri rahatsız eder. Tek bir siyasi partinin propagandasını yapan haber kanalları ya da gazeteler de insanlarda manipüle ediliyormuş hissi uyandırır.
Evet eşcinsel/transseksüel bireylerin haklarının korunması, insanca yaşaması için çaba göstermek gerekir. Günümüzde eşcinsellik/transseksüellik konusunda hak arayışı çalışmaları ile propaganda çalışmaları birbirine karışmaktadır. Propaganda aklı selim hak arayışı çalışmalarının önüne geçmiş durumdadır. Evet sanat, sinema ve tiyatro hayatın her alanından örnekleri yansıtır ancak her sanat çalışmasında aynı konu köşeden kıyıdan pek de alaka kurulmadan gündeme getiriliyorsa bu durumda propagandadan şüphe edilir. Son zamanlarda bazı dijital yayın platformlarında eşcinsellik konusu o kadar sıklıkla yapılır olmuştur ki bu konu ile ilgili hak arayışını ya da eşcinsel eylemi doğru bulan kişilerde bile tepkiler ortaya çıkmıştır. Özellikle çocuk gibi henüz gündeminde cinsel konular olmayan saf varlıklara yönelik yapılan propagandalar tepkilerin artmasına neden olmuştur. İnsanca yaşamak herkesin hakkı iken bir eylemi tüm kesimin doğrusu yapmaya çalışmak ve bu konuda dayatma ve propaganda yapmak ise kabul edilemez bir davranıştır.
Dünyamızda insan sayısından çok çok fazla fikir vardır. İnsanların bir fikre karşı olan tutumları farklılık gösterebilir. Bir fikrin onaylanması kendi içinde dereceler barındırır. İnsan bir fikri beğenip, doğru bulabilir, bu fikri dillendirebilir, bu fikrin birçok alanda savunucusu olabilir ya da bu fikrin fanatiği olabilir. Beğenmek ile fanatiği olmak arasında oldukça fark vardır. Fanatiklik bir fikri onaylamanın en uç seviyesidir.
Bir fikri onaylamamanın da kendi içinde dereceleri vardır. İnsan bir fikri doğru bulmayabilir ve bu fikre katılmayabilir. Bir fikre karşı olabilir. Bu fikrin aksini iddia edebilir, hatta aksinin savunucusu olabilir. Bir fikre düşman olup ondan nefret de edebilir. Fobiklik genelde bir fikre katılmamanın en uç seviyesidir ve içinde düşmanca yaklaşımlar ve nefret duygusu barındırır.
Daha önceki başlıklarda belirtildiği üzere bir kişi eşcinsellik konusunda farklı fikirler benimseyebilir. Eşcinsel/transseksüellik konusunda cinsel çekimi ve eğilimi normal kabul ederken, cinsel davranışı ve tercihi doğru bulmayabilir. İkisini de yanlış bulabilir. Eşcinsel/transseksüel davranışlara karşı olduğu gibi eşcinsel/transseksüel kişilere de karşı olabilir. Yine bir kişi bir cinsel kimliği yaşamayı doğru bulurken, bir cinsel kimlikte saplanmayı yanlış bulabilir. Her ikisini de yanlış bulabilir. Son olarak bir kişi hak arayışını doğru bulurken propagandayı yanlış bulabilir. Önceki bölümlerde bahsettiğimiz alanlardan birini yanlış bulmak, bunlara karşı olmak kişiyi homofobik yapmaz. Ne zaman ki konu yanlış bulmaktan, nefret etmeye, düşmanca tavırlar beslemeye yönelik seyrederse o zaman homofobiklikten söz edilebilir.
Eşcinsel ve transseksüel bireyler ya da destekçileri tarafından yapılan en büyük hata eşcinselliğin/transseksüelliğin herhangi bir parçasını doğru bulmayan herkesi “homofobik” ilan etmektir. İnsanlar bir eyleme karşı çıkabilir ve bu karşı çıkmak fobik olmak anlamına gelmez. Günümüzde maalesef eşcinselliğin/translığın bir parçasını ya da tamamını doğru bulmayan kişilere yönelik yürütülen linçin, yapılan hakaretlerin kendisi de bir tür fobikliğe dönüşmüştür. Bu konuda farklı fikir beyan edenler hemen kötülenmekte, karalanmakta ve hakarete uğramaktadır. Dikkatli olunmadığında eşcinsel/transseksüel bireyler, kendilerine yapıldığını iddia ettikleri lincin ve baskının bir benzerini kendileri gibi düşünmeyenlere bizzat kendileri yapmış olurlar.
Pandemi döneminde dünyada aşı, maske, yasaklar konusunda ne kadar çok farklı fikrin dolaştığını herkes gözlemlemiştir. Bilim insanları arasında bile taban tabana zıt açıklamalar yapılmıştır. Aşı taraftarları ya da karşıtları oluşmuştur. Bu fikir farklılıkları her zaman olacaktır. Hakaret ve nefret etmeden, kişiliği hedef almadan, her türlü fanatiklikten uzak durarak fikirlerimizi ifade etmenin adı ‘fikir ve düşünce özgürlüğüdür’ ve gayet de normaldir.